200’e Yakın Phrasal Verb – En Çok Kullanılan İngilizce Deyimsel Fiiller

Bu derste İngilizce’de en çok kullanılan 189 phrasal verb’i öğreneceksiniz! Her fiil için iki cümle örneği oluşturduk. Örnekler ile bu konuyu daha kolay kavrayabileceksiniz.

Ayrıca bu sayfadaki örnekleri PDF FORMATINDA indirebilirsiniz.


“Come up” (ortaya çıkmak, yükselmek anlamında kullanılır)

Toplantıda ilginç bir fikir ortaya çıktı.
An interesting idea came up during the meeting.

Güneş doğudan yükselmeye başladı.
The sun came up in the east.


“Come along” (ilerlemek, eşlik etmek anlamında kullanılır)

Projedeki işler iyi ilerliyor.
The work on the project is coming along well.

İsterseniz bizimle sinemaya gelebilirsiniz.
You can come along with us to the movies.


“Come across” (karşılaşmak, rastlamak anlamında kullanılır)

Dün kitapçıda eski bir arkadaşıma rastladım.
I came across an old friend at the bookstore yesterday.

Biz tavan arasında büyükannemin eski fotoğraflarına rastladık.
We came across my grandmother’s old photos in the attic.


“Come around” (fikri değişmek, ziyarete gelmek anlamında kullanılır)

O buna başta karşıydı ama sonunda fikri değişti.
He was against it at first, but he came around eventually.

Bu akşam bize uğrayacak mısın?
Will you come around to our place tonight?


“Come about” (meydana gelmek, olmak anlamında kullanılır)

Bu değişiklik nasıl meydana geldi?
How did this change come about?

Kazanın nasıl olduğunu kimse bilmiyor.
Nobody knows how the accident came about.


“Come through” (başarmak, üstesinden gelmek anlamında kullanılır)

Zor bir sınavdı ama o başardı.
It was a difficult exam but he came through.

Takım son anda gol atarak maçı kazanmayı başardı.
The team came through with a last-minute goal to win the match.


“Come apart” (parçalanmak, dağılmak anlamında kullanılır)

Eski kitabım onu okurken parçalara ayrıldı.
My old book came apart while I was reading it.

Bu oyuncak çok kolay parçalara ayrılıyor.
This toy comes apart too easily.


“Come before” (önce gelmek, öncelikli olmak anlamında kullanılır)

Aile her zaman işten önce gelir.
Family always comes before work.

Bu konu diğerlerinden önce görüşülmeli.
This matter should come before the others.


“Come upon” (tesadüfen bulmak, karşılaşmak anlamında kullanılır)

Ormanda yürürken güzel bir göle rastladık.
We came upon a beautiful lake while walking in the forest.

Eski mektupları karıştırırken ilginç bir fotoğrafa rastladım.
I came upon an interesting photo while going through old letters.


“Take off” (havalanmak, çıkarmak anlamında kullanılır)

Uçak zamanında havalandı.
The plane took off on time.

O eve gelir gelmez ayakkabılarını çıkardı.
He took off his shoes as soon as he got home.


“Take out” (dışarı çıkarmak, çıkmaya götürmek anlamında kullanılır)

Köpeğimi yürüyüşe çıkardım.
I took my dog out for a walk.

Akşam yemeği için kız arkadaşımı dışarı çıkardım.
I took my girlfriend out for dinner.


“Take place” (gerçekleşmek, meydana gelmek anlamında kullanılır)

Düğün önümüzdeki hafta gerçekleşecek.
The wedding will take place next week.

Toplantı konferans salonunda gerçekleşti.
The meeting took place in the conference room.


“Take over” (devralmak, ele geçirmek anlamında kullanılır)

Babası emekli olunca oğlu şirketi devraldı.
His son took over the company when his father retired.

Yeni müdür gelecek ay görevi devralacak.
The new manager will take over next month.


“Take after” (benzemek anlamında kullanılır)

Kızım tamamen annesine benziyor.
My daughter takes after her mother completely.

Onun karakteri babasına benzemiş.
His personality takes after his father.


“Take away” (uzaklaştırmak, götürmek anlamında kullanılır)

Garson boş tabakları masadan götürdü.
The waiter took away the empty plates from the table.

Polis, sürücünün ehliyetini elinden aldı.
The police took away the driver’s license.


“Take apart” (parçalarına ayırmak anlamında kullanılır)

Tamirci saati parçalarına ayırdı.
The repairman took the watch apart.

Çocuk yeni oyuncağını söküp parçaladı.
The child took his new toy apart.


“Take on” (üstlenmek, işe almak anlamında kullanılır)

Şirket işe yeni personeller alıyor.
The company is taking on new employees.

Bu projede çok fazla sorumluluk üstlendim.
I took on too many responsibilities in this project.


“Take up” (başlamak, uğraşmaya başlamak anlamında kullanılır)

Geçen yıl yoga yapmaya başladım.
I took up yoga last year.

Emekli olduktan sonra resim yapmaya başladı.
She took up painting after retirement.


“Turn on” (açmak, çalıştırmak anlamında kullanılır)

Lütfen ışıkları aç.
Please turn on the lights.

Televizyonu açtığımda film başlamıştı.
When I turned on the TV, the movie had already started.


“Turn off” (kapatmak anlamında kullanılır)

Odadan çıkarken klimayı kapattım.
I turned off the air conditioner when I left the room.

Yatmadan önce tüm cihazları kapatın.
Turn off all devices before going to bed.


“Turn out” (sonuçlanmak, ortaya çıkmak anlamında kullanılır)

Her şey umduğumuzdan daha iyi sonuçlandı.
Everything turned out better than we expected.

Partiye sandığımızdan daha fazla kişi geldi.
The party turned out to be bigger than we thought.


“Turn down” (reddetmek, sesini kısmak anlamında kullanılır)

O bizim teklif ettiğimiz işi reddetti.
He turned down the job we offered.

Müziğin sesini biraz kısabilir misin?
Could you turn down the music a bit?


“Turn over” (devretmek, çevirmek anlamında kullanılır)

O şirketin yönetimini kendi oğluna devretti.
He turned over the management of the company to his son.

Kitabın sayfasını çevirdiğimde bir not düştü.
When I turned over the page of the book, a note fell out.


“Turn around” (dönmek, tersine çevirmek anlamında kullanılır)

Arabanın dar sokakta dönmesi zor oldu.
It was difficult to turn the car around in the narrow street.

O şirketin kötü gidişatını tersine çevirmeyi başardı.
He managed to turn around the company’s poor performance.


“Turn away” (geri çevirmek, reddetmek anlamında kullanılır)

Restoran çok doluydu, insanları geri çevirmek zorunda kaldılar.
The restaurant was full, they had to turn away people.

O kendisinden yardım isteyenleri asla geri çevirmez.
He never turns away people who ask for help.


“Turn into” (dönüşmek anlamında kullanılır)

Küçük proje büyük bir başarıya dönüştü.
The small project turned into a big success.

Su donarak buza dönüştü.
The water turned into ice.


“Turn against” (karşı çıkmak, düşman olmak anlamında kullanılır)

En yakın arkadaşı ona karşı çıktı.
His best friend turned against him.

Halk yeni politikalara karşı çıktı.
The public turned against the new policies.


“Turn in” (teslim etmek, yatmaya gitmek anlamında kullanılır)

Ödevimi zamanında teslim ettim.
I turned in my homework on time.

Erken yatmaya gidiyorum, çok yorgunum.
I’m turning in early, I’m very tired.


“Turn up” (ortaya çıkmak, sesini açmak anlamında kullanılır)

Kayıp anahtarlar sonunda ortaya çıktı.
The lost keys finally turned up.

Radyonun sesini biraz açabilir misin?
Could you turn up the radio a bit?


“Turn upside down” (altüst etmek anlamında kullanılır)

Bu haber hayatımı altüst etti.
This news turned my life upside down.

Evi temizlerken her yeri altüst ettim.
I turned the house upside down while cleaning.


“Work on” (üzerinde çalışmak anlamında kullanılır)

Yeni bir proje üzerinde çalışıyorum.
I’m working on a new project.

Onlar bu sorunu çözmek için hala çalışıyorlar.
They’re still working on solving this problem.


“Work out” (egzersiz yapmak, çözmek anlamında kullanılır)

Her sabah spor salonunda egzersiz yapıyorum.
I work out at the gym every morning.

Sonunda tüm sorunları çözmeyi başardık.
We finally worked out all the problems.


“Work up” (hazırlamak, geliştirmek anlamında kullanılır)

Toplantı için bir sunum hazırladım.
I worked up a presentation for the meeting.

Spor yapmak iştahımı açtı.
Exercise worked up my appetite.


“Work through” (üstesinden gelmek, halletmek anlamında kullanılır)

Zorlukların birlikte üstesinden geldik.
We worked through the difficulties together.

Tüm dökümanları inceleyip bitirdim.
I worked through all the documents.


“Work to” (bir şey için çalışmak anlamında kullanılır)

Hedeflerime ulaşmak için çalışıyorum.
I’m working to achieve my goals.

Şirket müşteri memnuniyetini artırmak için çalışıyor.
The company is working to improve customer satisfaction.


“Work off” (çalışarak ödemek, atmak anlamında kullanılır)

Tatilde aldığım kiloları atmak için çalışıyorum.
I’m working off the holiday weight.

O borcunu fazladan çalışarak ödedi.
He worked off his debt by doing extra shifts.


“Work against” (aleyhine çalışmak anlamında kullanılır)

Zaman bize karşı çalışıyor.
Time is working against us.

Bu plan bizim çıkarlarımıza karşı çalışıyor.
This plan is working against our interests.


“Pick up” (almak, toplamak anlamında kullanılır)

Ben çocukları okuldan alacağım.
I’ll pick up the kids from school.

O yerdeki çöpleri topladı.
He picked up the trash from the ground.


“Pick out” (seçmek, ayırt etmek anlamında kullanılır)

O kendine güzel bir elbise seçti.
She picked out a beautiful dress for herself.

Kalabalıkta arkadaşımı ayırt edebildim.
I could pick out my friend in the crowd.


“Pick at” (bir şeyi küçük parçalar halinde yemek anlamında kullanılır)

O yemeğiyle oynayıp durdu.
She just picked at her food.

Kuşlar ekmek kırıntılarını yedi.
The birds picked at the bread crumbs.


“Pick on” (dalga geçmek, zorbalık yapmak anlamında kullanılır)

Sınıftaki çocuklar onunla dalga geçiyor.
The kids in class pick on him.

Küçük kardeşinle dalga geçmeyi bırak.
Stop picking on your little brother.


“Pick apart” (eleştirmek, parçalara ayırmak anlamında kullanılır)

Eleştirmenler filmi yerden yere vurdu.
The critics picked apart the movie.

Onlar projeyi en ince ayrıntısına kadar incelediler.
They picked apart the project in detail.


“Pick over” (dikkatle seçmek anlamında kullanılır)

O pazardaki meyveleri özenle seçti.
She picked over the fruits at the market.

O ikinci el eşyaları dikkatle inceledi.
He picked over the second-hand items.


“Pick through” (araştırmak, karıştırmak anlamında kullanılır)

Eski fotoğrafları karıştırdım.
I picked through old photographs.

O çöpleri karıştırarak kayıp yüzüğünü aradı.
She picked through the garbage looking for her lost ring.


“Get up” (kalkmak, uyanmak anlamında kullanılır)

Ben her sabah erken kalkarım.
I get up early every morning.

O düştükten sonra hemen ayağa kalktı.
He got up immediately after falling.


“Get over” (atlatmak, üstesinden gelmek anlamında kullanılır)

O grip hastalığını nihayet atlattı.
She finally got over the flu.

Onun ayrılığı atlatması çok uzun sürdü.
It took him a long time to get over the breakup.


“Get on with” (iyi geçinmek, devam etmek anlamında kullanılır)

O yeni iş arkadaşlarıyla çok iyi geçiniyor.
She gets on well with her new colleagues.

İşime devam etmeliyim.
I need to get on with my work.


“Get rid of” (kurtulmak anlamında kullanılır)

Eski eşyalardan kurtulma zamanı geldi.
It’s time to get rid of the old stuff.

Bu baş ağrısından kurtulamıyorum.
I can’t get rid of this headache.


“Get out of” (kaçınmak, çıkmak anlamında kullanılır)

O toplantıya katılmaktan kaçındı.
He got out of attending the meeting.

O arabadan hızlıca dışarı çıktı.
She got out of the car quickly.


“Get through” (başarmak, ulaşmak anlamında kullanılır)

O sınavı geçmeyi başardı.
He got through the exam.

Telefonda ona ulaşamıyorum.
I can’t get through to her on the phone.


“Get away” (kaçmak, uzaklaşmak anlamında kullanılır)

Hafta sonu için şehirden uzaklaşacağız.
We’re getting away for the weekend.

Hırsız polisten kaçmayı başardı.
The thief got away from the police.


“Get together” (buluşmak, toplanmak anlamında kullanılır)

Bu akşam arkadaşlarla buluşuyoruz.
We’re getting together with friends tonight.

Aile yemek için toplandı.
The family got together for dinner.


“Get across” (anlatmak, karşıya geçmek anlamında kullanılır)

Fikrimi ona anlatmaya çalışıyorum.
I’m trying to get my idea across to him.

Nehri karşıdan karşıya geçmeyi başardık.
We managed to get across the river.


“Get behind” (desteklemek, geride kalmak anlamında kullanılır)

Tüm ekip yeni projeyi destekliyor.
The whole team got behind the new project.

Ödevlerimde geride kaldım.
I got behind with my homework.


“Get down” (aşağı inmek, morali bozulmak anlamında kullanılır)

Ağaçtan hemen aşağı in.
Get down from that tree right now.

Kötü haberler onu çok üzdü.
The bad news got him down.


“Put away” (kaldırmak, yerleştirmek anlamında kullanılır)

Oyuncaklarını yerine kaldır.
Put your toys away.

Temiz çamaşırları dolaba yerleştirdim.
I put away the clean laundry.


“Put out” (söndürmek, dışarı koymak anlamında kullanılır)

İtfaiye yangını söndürdü.
The firefighters put out the fire.

Kedinin mama kabını dışarı koydum.
I put out food for the cat.


“Put off” (ertelemek anlamında kullanılır)

Toplantıyı gelecek haftaya erteledik.
We put off the meeting until next week.

Bu kararı erteleyemeyiz.
We can’t put off this decision.


“Put on” (giymek, takmak anlamında kullanılır)

Ceketini giy, hava soğuk.
Put on your jacket, it’s cold.

O gözlüğünü takınca daha iyi görebiliyor.
She can see better when she puts on her glasses.


“Put aside” (kenara koymak, biriktirmek anlamında kullanılır)

Her ay biraz para kenara koyuyorum.
I put aside some money every month.

Farklılıklarımızı bir kenara bırakıp çalışmalıyız.
We should put aside our differences and work together.


“Put back” (yerine koymak, geri almak anlamında kullanılır)

Kitabı aldığın yere geri koy.
Put the book back where you found it.

Toplantıyı eski saatine geri aldık.
We put the meeting back to its original time.


“Put in” (yerleştirmek, takmak anlamında kullanılır)

Yeni klimayı dün taktırdık.
We had the new air conditioner put in yesterday.

O başvuru formunu doldurdu.
She put in her application form.


“Look at” (bakmak anlamında kullanılır)

Bu fotoğrafa bir bak.
Look at this photograph.

Sorunu daha yakından incelememiz gerek.
We need to look at the problem more closely.


“Look for” (bir şeyi ya da birini aramak anlamında kullanılır)

Anahtarlarımı arıyorum.
I’m looking for my keys.

O yeni bir iş arıyor.
He’s looking for a new job.


“Look up” (araştırmak, yukarı bakmak anlamında kullanılır)

Bu kelimenin anlamını sözlükten araştırdım.
I looked up the meaning of this word in the dictionary.

O gökyüzüne baktığında yıldızları gördü.
When she looked up, she saw the stars.


“Look out” (dikkat etmek, göz kulak olmak anlamında kullanılır)

Dikkat et! Araba geliyor.
Look out! There’s a car coming.

Arkadaşlarına göz kulak oluyor.
He looks out for his friends.


“Look over” (gözden geçirmek, incelemek anlamında kullanılır)

Raporu gözden geçirdim.
I looked over the report.

Ev almadan önce evi dikkatle incelediler.
They looked over the house before buying it.


“Look ahead” (ileriye bakmak anlamında kullanılır)

Geleceğe umutla bakıyoruz.
We’re looking ahead with hope.

Şirket gelecek yılın planlarını yapıyor.
The company is looking ahead to next year’s plans.


“Look down on” (küçümsemek anlamında kullanılır)

Başkalarını küçümsemeyi bırak.
Stop looking down on others.

Onun zengin ailesi onların fakir komşularını küçümsüyor.
His rich family looks down on their poor neighbors.


“Look forward to” (dört gözle beklemek, sabırsızlıkla beklemek anlamında kullanılır)

Tatili dört gözle bekliyorum.
I’m looking forward to the vacation.

Seninle görüşmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
I’m looking forward to meeting you.


“Stand for” (temsil etmek, tahammül etmek anlamında kullanılır)

Bu davranışa tahammül edemem.
I won’t stand for this behavior.

UNESCO barış ve eğitimi temsil eder.
UNESCO stands for peace and education.


“Stand up” (ayağa kalkmak anlamında kullanılır)

Öğretmen gelince herkes ayağa kalktı.
Everyone stood up when the teacher came in.

O kendi haklarını savunmak için ayağa kalktı.
She stood up for her rights.


“Stand out” (göze çarpmak, sivrilmek anlamında kullanılır)

Kırmızı elbisesiyle kalabalıkta göze çarpıyordu.
She stood out in the crowd with her red dress.

O performansıyla diğerlerinden ayrılıyor.
His performance stands out from the others.


“Stand down” (görevi bırakmak, geri çekilmek anlamında kullanılır)

Başkan görevinden çekildi.
The president stood down from his position.

Polis memurları geri çekildi.
The police officers stood down.


“Stand by” (hazır beklemek, desteklemek anlamında kullanılır)

Yardıma ihtiyacın olursa hazırda bekliyorum.
I’ll stand by if you need help.

O zor zamanlarında arkadaşını destekledi.
She stood by her friend during difficult times.


“Stand against” (karşı durmak anlamında kullanılır)

Haksızlığa karşı durmalıyız.
We must stand against injustice.

Onlar yeni yasaya karşı çıktılar.
They stood against the new law.


“Make for” (yönelmek, neden olmak anlamında kullanılır)

O hemen kapıya yöneldi.
He made for the door immediately.

Bu değişiklikler daha iyi sonuçlara neden olacak.
These changes will make for better results.


“Make up” (telafi etmek, uydurmak anlamında kullanılır)

Kaybettiğin zamanı telafi etmelisin.
You need to make up for lost time.

Çocuk bir hikaye uydurdu.
The child made up a story.


“Make over” (yenilemek, değiştirmek anlamında kullanılır)

Onlar tüm evi tamamen yenilediler.
They made over the whole house.

O görünüşünü değiştirmeye karar verdi.
She decided to make over her appearance.


“Make out” (anlamak, görmek anlamında kullanılır)

Karanlıkta senin yüzünü göremiyorum.
I can’t make out your face in the dark.

Mektupta ne yazdığını anlayamadım.
I couldn’t make out what the letter said.


“Make of” (bir şey hakkında düşünmek anlamında kullanılır)

Bu durumla ilgili ne düşünüyorsun?
What do you make of this situation?

Yeni müdür hakkında ne düşünüyorsunuz?
What do you make of the new manager?


“Make off” (kaçmak anlamında kullanılır)

Hırsız parayla kaçtı.
The thief made off with the money.

Çocuklar şekerlerle kaçtı.
The children made off with the candies.


“Give away” (vermek, dağıtmak anlamında kullanılır)

O eski kıyafetlerini ihtiyacı olanlara verdi.
She gave away her old clothes to those in need.

Market bedava numune ürünler dağıtıyor.
The store is giving away free samples.


“Give up” (vazgeçmek, bırakmak anlamında kullanılır)

O sigarayı bırakmaya karar verdi.
He decided to give up smoking.

Asla hayallerinden vazgeçme.
Never give up on your dreams.


“Give out” (dağıtmak, tükenmek anlamında kullanılır)

Öğretmen sınav kağıtlarını dağıttı.
The teacher gave out the exam papers.

Telefonumun şarjı bitti.
My phone battery gave out.


“Give over” (devretmek, bırakmak anlamında kullanılır)

O şirketin kontrolünü oğluna devretti.
He gave over control of the company to his son.

Bu saçma davranışları bırak artık.
Give over with that silly behavior now.


“Give in” (teslim olmak, pes etmek anlamında kullanılır)

O sonunda baskılara boyun eğdi.
He finally gave in to the pressure.

Ödevimi zamanında teslim ettim.
I gave in my homework on time.


“Give back” (geri vermek anlamında kullanılır)

Ödünç aldığın kitabı geri ver.
Give back the book you borrowed.

Aldığı parayı hemen geri ödedi.
He gave back the money he had taken immediately.


“Give it up for” (alkışlamak anlamında kullanılır)

Sahneye çıkan sanatçıyı alkışlayalım.
Let’s give it up for the artist on stage.

Kazanan takımı alkışlayın.
Give it up for the winning team.


“Go on” (devam etmek anlamında kullanılır)

Hikayeni anlatmaya devam et.
Go on with your story.

Toplantı hala devam ediyor.
The meeting is still going on.


“Go about” (bir işi yapmaya başlamak anlamında kullanılır)

Bu işi nasıl yapacağımı bilmiyorum.
I don’t know how to go about this task.

O işine her zamanki gibi devam etti.
He went about his business as usual.


“Go along” (katılmak, uyum sağlamak anlamında kullanılır)

O arkadaşlarının planına katıldı.
He went along with his friends’ plan.

Yeni kurallara uyum sağlamak zorundayız.
We have to go along with the new rules.


“Go away” (uzaklaşmak, gitmek anlamında kullanılır)

Baş ağrım bir türlü geçmiyor.
My headache won’t go away.

Yaz tatili için uzağa gidiyoruz.
We’re going away for summer vacation.


“Go for” (tercih etmek, denemek anlamında kullanılır)

Ben pizzayı tercih ederim.
I’ll go for the pizza.

Hayallerini gerçekleştirmeyi dene.
Go for your dreams.


“Go over” (gözden geçirmek anlamında kullanılır)

Sınav öncesi notlarımı tekrar gözden geçirdim.
I went over my notes before the exam.

Kontratı birlikte inceleyelim.
Let’s go over the contract together.


“Go across” (karşıya geçmek anlamında kullanılır)

Caddeden karşıya geçmeden önce dikkatli ol.
Be careful when you go across the street.

Köprüden karşıya geçtik.
We went across the bridge.


“Go after” (peşinden gitmek anlamında kullanılır)

Hayallerinin peşinden git.
Go after your dreams.

Polis hırsızın peşine düştü.
The police went after the thief.


“Go against” (karşı çıkmak anlamında kullanılır)

Bu karar kurallarımıza aykırı.
This decision goes against our rules.

O ailesinin isteklerine karşı çıktı.
She went against her family’s wishes.


“Go ahead” (devam etmek, izin vermek anlamında kullanılır)

Sorunuzu sormaya devam edin.
Go ahead with your question.

Planını uygulamana izin veriyorum.
I’m giving you permission to go ahead.


“Go through” (geçmek, incelemek anlamında kullanılır)

Zor zamanlardan geçiyoruz.
We’re going through difficult times.

Tüm belgeleri dikkatle inceledim.
I went through all the documents carefully.


“Go under” (batmak, iflas etmek anlamında kullanılır)

Birçok küçük işletme pandemi sırasında battı.
Many small businesses went under during the pandemic.

Şirket borçları nedeniyle iflas etti.
The company went under due to debts.


“Break down” (bozulmak, çökmek anlamında kullanılır)

Arabam yolda bozuldu.
My car broke down on the road.

O kötü haberden sonra ağlamaya başladı.
She broke down crying after the bad news.


“Hang out” (takılmak anlamında kullanılır)

Arkadaşlarımla kafede takılıyoruz.
We’re hanging out with friends at the cafe.

Gençler alışveriş merkezinde takılmayı sever.
Young people like to hang out at the mall.


“Figure out” (çözmek, anlamak anlamında kullanılır)

Bu problemi nasıl çözeceğimi buldum.
I figured out how to solve this problem.

Cihazın nasıl çalıştığını anlamaya çalışıyor.
He’s trying to figure out how the device works.


“Chill out” (rahatlamak anlamında kullanılır)

Sakin ol, her şey yoluna girecek.
Chill out, everything will be fine.

Bu hafta sonu evde rahatlayacağım.
I’m going to chill out at home this weekend.


“Show up” (ortaya çıkmak, gelmek anlamında kullanılır)

O toplantıya geç geldi.
He showed up late to the meeting.

Hiç kimse partiye gelmedi.
Nobody showed up to the party.


“Mess up” (berbat etmek anlamında kullanılır)

Sunumu berbat ettim.
I messed up the presentation.

Odanı dağıtma.
Don’t mess up your room.


“Blow up” (patlamak, öfkelenmek anlamında kullanılır)

Balon aniden patladı.
The balloon blew up suddenly.

O küçük bir hatada bile öfkeleniyor.
He blows up at even small mistakes.


“Step up” (öne çıkmak, sorumluluğu üstlenmek anlamında kullanılır)

O zor zamanda öne çıkıp liderliği üstlendi.
He stepped up and took leadership during difficult times.

Birinin bu görevi üstlenmesi gerekiyor.
Someone needs to step up for this task.


“Run into” (rastlamak, karşılaşmak anlamında kullanılır)

Dün markette eski öğretmenime rastladım.
I ran into my old teacher at the store yesterday.

Bu projede birçok sorunla karşılaştık.
We ran into many problems with this project.


“Back up” (yedeklemek, desteklemek anlamında kullanılır)

Dosyalarını düzenli olarak yedekle.
Back up your files regularly.

Arkadaşım beni her zaman destekler.
My friend always backs me up.


“Cut off” (kesmek, iletişimi koparmak anlamında kullanılır)

Telefon görüşmemiz aniden kesildi.
Our phone call was cut off suddenly.

Elektrikler kesildi.
The power was cut off.


“Wind up” (sonuçlanmak anlamında kullanılır)

Parti gece yarısında bitti.
The party wound up at midnight.

O hastanede kalmak zorunda kaldı.
He wound up in the hospital.


“Chip in” (katkıda bulunmak anlamında kullanılır)

Herkes hediye için para verdi.
Everyone chipped in for the gift.

Projeye yardım etmek istiyorum.
I want to chip in with the project.


“Zone out” (dalıp gitmek anlamında kullanılır)

Derste düşüncelere dalıp gittim.
I zoned out during class.

Televizyon izlerken dalıp gidiyor.
He zones out while watching TV.


“Hook up” (bağlamak, buluşmak anlamında kullanılır)

Yeni televizyonu bağladım.
I hooked up the new TV.

Hafta sonu arkadaşlarla buluştuk.
We hooked up with friends over the weekend.


“Freak out” (paniklemek anlamında kullanılır)

O sınav sonuçlarını görünce panikledi.
She freaked out when she saw the test results.

Sakin ol, panik yapma.
Calm down, don’t freak out.


“Space out” (dalgın olmak anlamında kullanılır)

Bugün çok dalgınım.
I’m spacing out today.

O toplantıda dalgın görünüyordu.
He was spacing out during the meeting.


“Act up” (huysuzluk yapmak, sorun çıkarmak anlamında kullanılır)

Çocuk markette huysuzluk yapıyor.
The kid is acting up at the store.

Bilgisayarım yine sorun çıkarıyor.
My computer is acting up again.


“Crack up” (kahkaha atmak anlamında kullanılır)

Biz fıkrayı duyunca kahkaha attık.
We cracked up when we heard the joke.

O videoyu izlerken gülmekten kırıldı.
She cracked up watching the video.


“Goof off” (aylaklık yapmak anlamında kullanılır)

İş yerinde aylaklık yapma.
Don’t goof off at work.

Tüm gün evde aylaklık yaptık.
We goofed off at home all day.


“Bug out” (çekip gitmek anlamında kullanılır)

Parti sıkıcıydı, erkenden çekip gittik.
The party was boring, so we bugged out early.

Sorun çıkınca hemen kaçtı.
He bugged out when trouble started.


“Deck out” (süslemek anlamında kullanılır)

Evi Noel için süsledik.
We decked out the house for Christmas.

Doğum günü partisi için salonu süsledi.
She decked out the hall for the birthday party.


“Pig out” (tıkınmak anlamında kullanılır)

Parti yemeğinde tıkındık.
We pigged out at the party buffet.

Stres altındayken çok yiyor.
He pigs out when he’s stressed.


“Max out” (limiti doldurmak anlamında kullanılır)

Kredi kartımın limitini doldurdum.
I maxed out my credit card.

Depolama alanı doldu.
The storage space is maxed out.


“Geek out” (bir şeye aşırı heyecanlanmak anlamında kullanılır)

Yeni teknoloji ürünleri için heyecanlanıyor.
He geeks out over new tech gadgets.

Film festivali hakkında konuşurken çok heyecanlandık.
We geeked out talking about the film festival.


“Jazz up” (canlandırmak, hareketlendirmek anlamında kullanılır)

Sunumu biraz hareketlendirmemiz gerek.
We need to jazz up the presentation.

Eski mobilyaları yeniledi.
She jazzed up the old furniture.


“Psych up” (kendini motive etmek anlamında kullanılır)

Maç öncesi kendimi motive ediyorum.
I’m psyching myself up before the game.

Sınav için kendini hazırladı.
She psyched herself up for the exam.


“Tune out” (dinlememek, ilgilenmemek anlamında kullanılır)

Sıkıcı konuşmayı dinlememeye başladım.
I tuned out during the boring speech.

Gürültüyü duymamaya çalışıyor.
He’s trying to tune out the noise.


“Beef up” (güçlendirmek, geliştirmek anlamında kullanılır)

Güvenlik sistemini güçlendirdik.
We beefed up the security system.

Onun kendi özgeçmişini geliştirmesi gerekiyor.
He needs to beef up his resume.


“Square away” (halletmek, düzene koymak anlamında kullanılır)

Tüm detayları hallettik.
We squared away all the details.

Önce işlerini düzene koy.
Square away your business first.


“Stack up” (karşılaştırmak, yığmak anlamında kullanılır)

Bu ürün rakiplerine göre iyi durumda.
This product stacks up well against competitors.

Kutuları köşeye yığdı.
He stacked up the boxes in the corner.


“Brush up” (bilgilerini tazelemek anlamında kullanılır)

İspanyolcamı tazelemem gerek.
I need to brush up on my Spanish.

Sınav öncesi matematik çalıştı.
She brushed up on her math before the exam.


“Roll out” (piyasaya sürmek, başlatmak anlamında kullanılır)

Şirket yeni ürününü piyasaya sürdü.
The company rolled out their new product.

Yeni programı gelecek ay başlatıyoruz.
We’re rolling out the new program next month.


“Gross out” (midesi bulanmak anlamında kullanılır)

Bu sahne midesini bulandırdı.
This scene grossed him out.

Bozuk yemeği görünce midesi bulandı.
She was grossed out by the spoiled food.


“Phase out” (aşamalı olarak sonlandırmak anlamında kullanılır)

Eski sistemi aşamalı olarak kaldırıyoruz.
We’re phasing out the old system.

Bu ürün artık üretilmiyor.
This product is being phased out.


“Bounce back” (toparlanmak anlamında kullanılır)

Hastalıktan sonra hızlıca toparlandı.
He bounced back quickly after the illness.

Şirket krizden sonra kendini topladı.
The company bounced back after the crisis.


“Cry out” (bağırmak, haykırmak anlamında kullanılır)

Acıdan bağırdı.
He cried out in pain.

Yardım için bağırdı.
She cried out for help.


“Pass out” (bayılmak, dağıtmak anlamında kullanılır)

Sıcaktan bayıldı.
She passed out from the heat.

Broşürleri dağıttık.
We passed out the flyers.


“Chicken out” (korkaklık etmek, vazgeçmek anlamında kullanılır)

Son anda atlayıştan vazgeçti.
He chickened out of the jump at the last minute.

Konuşma yapmaktan korkup kaçmayın.
Don’t chicken out of the speech.


“Slip up” (hata yapmak anlamında kullanılır)

Sunumda küçük bir hata yaptı.
He slipped up during the presentation.

Dikkatli ol, hata yapma.
Be careful not to slip up.


“Pitch in” (yardım etmek anlamında kullanılır)

Herkes temizliğe yardım etti.
Everyone pitched in with the cleaning.

Projeye yardım etmek istiyorum.
I want to pitch in with the project.


“Pan out” (sonuçlanmak anlamında kullanılır)

Planlar beklendiği gibi sonuçlandı.
Things panned out as expected.

Bu iş iyi sonuçlanmayabilir.
This venture might not pan out.


“Pop up” (aniden ortaya çıkmak anlamında kullanılır)

Her yerde reklamlar çıkıyor.
Ads keep popping up everywhere.

Eski bir arkadaşım aniden karşıma çıktı.
An old friend popped up unexpectedly.


“Wear off” (etkisi geçmek anlamında kullanılır)

Ağrı kesicinin etkisi geçmeye başladı.
The painkiller is wearing off.

Onun heyecanı yavaşça geçti.
His excitement slowly wore off.


“Zero in” (odaklanmak anlamında kullanılır)

Problemin kaynağına odaklandık.
We zeroed in on the source of the problem.

O hedefine odaklanmış durumda.
She’s zeroing in on her goal.


“Swap out” (değiştirmek anlamında kullanılır)

Eski parçaları yenileriyle değiştirdik.
We swapped out the old parts for new ones.

Mobilyaları değiştirme zamanı geldi.
It’s time to swap out the furniture.


“Touch up” (düzeltmek, rötuş yapmak anlamında kullanılır)

Fotoğrafı biraz düzelttim.
I touched up the photo a bit.

O duvarı rötuşladı.
She touched up the wall.


“Kick back” (rahatlamak anlamında kullanılır)

Hafta sonu evde rahatlayacağım.
I’m going to kick back at home this weekend.

O işten sonra biraz dinleniyor.
He’s kicking back after work.


“Check in” (giriş yapmak, haber vermek anlamında kullanılır)

Otele giriş yaptık.
We checked in to the hotel.

O kendi ailesine ulaştığını haber verdi.
She checked in with her family.


“Drum up” (ilgi/destek toplamak anlamında kullanılır)

Yeni iş için müşteri topluyor.
He’s drumming up business for his new venture.

Projeye destek toplamaya çalışıyoruz.
We’re trying to drum up support for the project.


“Flake out” (sözünden dönmek anlamında kullanılır)

O son anda partiden vazgeçti.
He flaked out on the party at the last minute.

O yine sözünden döndü.
She flaked out again.


“Wise up” (akıllanmak anlamında kullanılır)

Artık akıllanma zamanı geldi.
It’s time to wise up.

O sonunda gerçeği anladı.
He finally wised up to the truth.


“Pump up” (heyecanlandırmak anlamında kullanılır)

O takımı maç öncesi motive etti.
He pumped up the team before the game.

Bu müzik beni heyecanlandırıyor.
This music pumps me up.


“Crash out” (yorgunluktan yığılmak anlamında kullanılır)

Uzun bir günden sonra koltuğa yığıldı.
He crashed out on the couch after the long day.

Partiden sonra hemen uyudum.
I crashed out right after the party.


“Throw down” (kavga etmek anlamında kullanılır)

İki adam sokakta kavga ediyordu.
Two guys were throwing down in the street.

O kavga etmeye hazır görünüyordu.
He looked ready to throw down.


“Size up” (değerlendirmek anlamında kullanılır)

O kendi rakibini dikkatlice değerlendirdi.
He sized up his opponent carefully.

Durumu değerlendirmeye çalışıyorum.
I’m trying to size up the situation.


“Pack in” (bırakmak, vazgeçmek anlamında kullanılır)

O işi bırakmaya karar verdi.
She decided to pack in her job.

Erken saatte eğlenceyi bitirdik.
We packed in the party early.


“Juice up” (enerji vermek, güçlendirmek anlamında kullanılır)

Kahve bana enerji verdi.
Coffee juiced me up.

Sunumu biraz canlandırmamız gerek.
We need to juice up the presentation.


“Wig out” (çılgına dönmek anlamında kullanılır)

Haberi duyunca çılgına döndü.
She wigged out when she heard the news.

Sakin ol, çılgına dönme.
Calm down, don’t wig out.


“Gear up” (hazırlanmak anlamında kullanılır)

Final sınavları için hazırlanıyoruz.
We’re gearing up for final exams.

Büyük gün için hazırlık yapıyor.
He’s gearing up for the big day.


“Spell out” (açıkça anlatmak anlamında kullanılır)

Kuralları açıkça anlattı.
She spelled out the rules.

Detayları net bir şekilde açıkladım.
I spelled out the details clearly.


“Trip up” (hata yapmak, tökezlemek anlamında kullanılır)

Sunumda küçük bir hata yaptı.
He tripped up during the presentation.

Zor sorular onu yanılttı.
The tough questions tripped him up.


“Fire up” (başlatmak, heyecanlandırmak anlamında kullanılır)

Mangalı yakıyorum.
I’m firing up the grill.

Onun konuşması herkesi heyecanlandırdı.
His speech fired up everyone.


“Bail out” (kurtarmak, vazgeçmek anlamında kullanılır)

Son anda partiden vazgeçti.
He bailed out of the party at the last minute.

Hükümet bankayı kurtardı.
The government bailed out the bank.


“Sign off” (işi bitirmek, vedalaşmak anlamında kullanılır)

E-maili iyi dileklerimle bitirdim.
I signed off the email with best wishes.

Radyo programcısı yayını bitirdi.
The radio host signed off for the night.


“Cave in” (çökmek, pes etmek anlamında kullanılır)

Sonunda yapılan baskılara pes etti.
He finally caved in to the pressure.

Çatı karın ağırlığından dolayı çöktü.
The roof caved in from the snow.


“Ring up” (hesap çıkarmak, telefon etmek anlamında kullanılır)

Kasiyer alışveriş tutarını hesapladı.
The cashier rang up the purchases.

Sana sonra telefon edeceğim.
I’ll ring you up later.


“Screw up” (berbat etmek anlamında kullanılır)

Bu önemli toplantıyı berbat ettim.
I screwed up the important meeting.

Her şeyi mahvetme.
Don’t screw everything up.


“Whip up” (çabucak hazırlamak anlamında kullanılır)

Hızlıca bir akşam yemeği hazırladı.
She whipped up a quick dinner.

Raporu yarım saatte hazırladım.
I whipped up the report in half an hour.


“Crack down” (sıkı önlem almak anlamında kullanılır)

Polis hız yapanlara karşı sıkı önlem alıyor.
Police are cracking down on speeding drivers.

Okul geç kalanlar için kuralları sıkılaştırdı.
The school cracked down on tardiness.


“Smooth over” (yumuşatmak, düzeltmek anlamında kullanılır)

Aramızdaki sorunu düzelttik.
We smoothed over our differences.

Durumu yatıştırmaya çalıştı.
He tried to smooth over the situation.


“Clean up” (temizlenmek, düzeltmek anlamında kullanılır)

Partiden sonra evi temizledik.
We cleaned up after the party.

O kendi davranışlarını düzene soktu.
He cleaned up his act.


“Hash out” (detaylıca tartışmak anlamında kullanılır)

Detayları toplantıda görüşeceğiz.
We’ll hash out the details in the meeting.

Onlar sorunları konuşarak çözdüler.
They hashed out their problems.


“Rip off” (kandırmak, dolandırmak anlamında kullanılır)

Taksici bizi kandırdı.
The taxi driver ripped us off.

Bu fiyatlar tam bir kazık.
These prices are a rip off.


“Stick around” (etrafta kalmak , beklemek anlamında kullanılır)

Biraz daha kal.
Stick around for a while.

Sonucu görmek için bekledik.
We stuck around to see the result.


“Throw up” (kusmak anlamında kullanılır)

O hastalığı sırasında kusuyordu.
He was throwing up when he got sick.

Kötü yemek kusmama sebep oldu.
The bad food made me throw up.


“Wrap up” (bitirmek, tamamlamak anlamında kullanılır)

Toplantıyı bitirme zamanı geldi.
It’s time to wrap up the meeting.

Projeyi gelecek hafta tamamlayacağız.
We’ll wrap up the project next week.


“Chow down” (yemeğe girişmek, mideye indirmek anlamında kullanılır)

O yemeği hemen mideye indirdi.
He chowed down on the food right away.

Gelin pizzaya girişelim.
Let’s chow down on this pizza.


“Tick off” (sinirlendirmek, liste yapmak anlamında kullanılır)

Onun bu davranışı beni çok sinirlendirdi.
His behavior really ticked me off.

Yapılacaklar listemdeki maddeleri tamamlıyorum.
I’m ticking off items on my to-do list.


“Shut down” (kapatmak anlamında kullanılır)

Fabrika geçen ay kapandı.
The factory shut down last month.

Bilgisayarını kapatmayı unutma.
Don’t forget to shut down your computer.


“Think through” (iyice düşünmek anlamında kullanılır)

Kararını iyice düşün.
Think through your decision.

Planı detaylıca düşündük.
We thought through the plan carefully.


“Pull through” (atlatmak, kurtulmak anlamında kullanılır)

O zorlu ameliyatı atlattı.
He pulled through the difficult surgery.

Bu zor dönemi atlatacağız.
We’ll pull through this tough period.


“Rule out” (elemek, olasılık dışı bırakmak anlamında kullanılır)

Doktor kalp krizini olasılık dışı bıraktı.
The doctor ruled out a heart attack.

Hiçbir olasılığı elememelisin.
You shouldn’t rule out any possibility.


“Live down” (unutturmak, telafi etmek anlamında kullanılır)

O utanç verici anı asla unutturamayacak.
He’ll never live down that embarrassing moment.

Hatamı telafi etmem uzun zaman aldı.
It took me a long time to live down my mistake.


“Lay off” (işten çıkarmak anlamında kullanılır)

Şirket yüzlerce çalışanı işten çıkardı.
The company laid off hundreds of employees.

Tatlıları azaltmaya çalışıyorum.
I’m trying to lay off the sweets.


“Hold up” (geciktirmek, soymak anlamında kullanılır)

Trafik bizi geciktirdi.
Traffic held us up.

Onlar bankayı soydular.
They held up the bank.


“Back down” (geri çekilmek anlamında kullanılır)

Tartışmadan geri çekildi.
He backed down from the argument.

Asla pes etme.
Never back down.


“Shoot up” (hızla yükselmek anlamında kullanılır)

Fiyatlar aniden yükseldi.
Prices shot up suddenly.

Çocuk boyca hızla uzadı.
The kid shot up in height.


“Boil down” (özetlemek, indirgemek anlamında kullanılır)

Her şey paraya dayanıyor.
It all boils down to money.

Sorunu basitçe özetleyelim.
Let’s boil down the problem.


“Play around” (oyalanmak, şakalaşmak anlamında kullanılır)

İş yerinde oyalanmayı bırak.
Stop playing around at work.

Çocuklar bahçede şakalaşıyor.
The kids are playing around in the garden.


“Face up” (yüzleşmek, kabullenmek anlamında kullanılır)

Gerçeklerle yüzleşme zamanı.
It’s time to face up to the facts.

O kendi hatalarıyla yüzleşti.
He faced up to his mistakes.


“Cool down” (sakinleşmek anlamında kullanılır)

Onun biraz sakinleşmesi gerekiyor.
He needs to cool down a bit.

Tartışmadan sonra sakinleştik.
We cooled down after the argument.


“Fill in” (doldurmak, bilgilendirmek anlamında kullanılır)

Formu doldur lütfen.
Please fill in the form.

Beni son gelişmeler hakkında bilgilendir.
Fill me in on the latest developments.


“Chip away” (yavaş yavaş ilerlemek anlamında kullanılır)

O kendi hedefine doğru yavaş yavaş ilerliyor.
He’s chipping away at his goal.

Ben borçlarımı yavaş yavaş ödüyorum.
I’m chipping away at my debts.


“Call it” (bir şeyi bitirmek, karar vermek anlamında kullanılır)

Hadi, günü bitirelim.
Let’s call it a day.


 

“Jump in” (dahil olmak, atlamak, katılmak anlamında kullanılır)

Tartışmaya ben de katıldım.
I jumped in on the conversation.

O havuza atladı.
He jumped in the pool.


“Move on” (devam etmek, ilerlemek anlamında kullanılır)

Geçmişi geride bırakıp ilerlememiz gerek.
We need to move on from the past.

Başka konuya geçelim.
Let’s move on to another topic.


“Mix up” (karıştırmak anlamında kullanılır)

İsimleri karıştırdım.
I mixed up the names.

Malzemeleri iyice karıştır.
Mix up the ingredients well.



Bir yanıt yazın