Aşağıda İngilizce dilinde en çok kullanılan ilk 500 fiilin listesi bulunmaktadır. Listenin hemen altında bu fiillere ait İngilizce cümle örnekleri de bulabilirsiniz.
Ses dosyasını indirmek için hemen aşağıdaki Winrar resminin üzerine tıklayın.
Sesli olarak dinlemek için aşağıdaki oynatıcıyı kullanabilirsiniz.
Accept You have to accept responsibility for your actions. |
Kabul etmek
Eylemlerinizin sorumluluğunu kabul etmelisiniz. |
Accuse
He was accused of murder. |
Suçlamak
O cinayetle suçlandı. |
Achieve
She never achieved her dreams. |
Başarmak, ulaşmak
O hiçbir zaman hayallerine ulaşamadı. |
Acknowledge
I acknowledge my mistake. |
Kabul etmek, tanımak
Ben, hatamı kabul ediyorum. |
Acquire
He has acquired great knowledge of medicine. |
Elde etmek, kazanmak
O tıp alanında büyük bilgiler edindi. |
Adapt
The movie will be adapted from a book. |
Uyum sağlamak, adapte olmak, Uyarlanmak
Film bir kitaptan uyarlanacak. |
Add
He thoughtfully added ‘I love you.’ |
Eklemek
O düşünceli bir şekilde ‘seni seviyorum’ diye ekledi. |
Adjust
He never adjusted to his new life. |
Ayarlamak, uyum sağlamak, alışmak
O yeni hayatına asla alışamadı. |
Admire
What do you admire about him? |
Hayran olmak
Onun neyine hayransın? |
Admit
I freely admit that you are a better singer than me. |
İtiraf etmek, kabul etmek
Senin benden daha iyi bir şarkıcı olduğunu açıkça kabul ediyorum. |
Adopt
We legally adopted our son last year. |
Benimsemek, evlat edinmek
Oğlumuzu geçen yıl yasal olarak evlat edindik. |
Adore
She adores cats. |
Hayran olmak, tapmak, çok sevmek
O kedilere bayılır. |
Advise
What do you advise? |
Tavsiye etmek
Ne tavsiye edersiniz? |
Afford
I can easily afford a used car. |
Gücü yetmek, karşılamak
Kullanılmış bir arabayı kolaylıkla karşılayabilirim. |
Agree
She finally agreed to marry me. |
Aynı fikirde olmak, kabul etmek
Sonunda benimle evlenmeyi kabul etti. |
Aim
They attained their aim. |
Hedeflemek, amaçlamak
Onlar hedeflerine ulaştılar. |
Allow
Do not allow them inside. |
İzin vermek, müsaade etmek
Onların içeri girmelerine izin vermeyin. |
Announce
The news was announced by email. |
Duyurmak, ilan etmek
Haber e-postayla duyuruldu. |
Anticipate
I am highly anticipating my vacation. The bill was higher than we anticipated |
Beklemek, öngörmek
Tatilimi sabırsızlıkla bekliyorum. Fatura öngördüğümüzden yüksek geldi. |
Apologize
I think you should apologize. |
Özür dilemek
Bence özür dilemelisin. |
Appear
Superman first appeared in 1933. |
Görünmek, ortaya çıkmak, belirmek
Süpermen ilk kez 1933’te ortaya çıktı. |
Apply
The rules apply equally to all students. |
Başvurmak, uygulamak
Kurallar tüm öğrencilere eşit olarak uygulanır. |
Appreciate
We greatly appreciate your help. |
Takdir etmek
Yardımınızı çok takdir ediyoruz. |
Approach
The airplane made its approach to the airport. |
Yaklaşmak, yanaşmak
Uçak havalimanına yanaştı. |
Approve
I fully approve of your decision. |
Onaylamak
Kararınızı tamamen onaylıyorum. |
Argue
They often argue with each other. |
Tartışmak
Onlar sık sık birbirleriyle tartışırlar. |
Arise
Problems may arise if you’re not careful. |
Ortaya çıkmak
Dikkatli olunmadığı takdirde sorunlar ortaya çıkabilir. |
Arrange
They arranged a meeting. |
Düzenlemek, ayarlamak
Onlar bir toplantı düzenlediler. |
Arrive
We finally arrived home. |
Varmak, ulaşmak, hedef yere gelmek
Biz sonunda eve vardık. |
Ask
I want to ask you a serious question. |
Sormak, istemek
Sana ciddi bir soru sormak istiyorum. |
Assume
She usually assumes the worst. |
Farzetmek, varsaymak
O genellikle en kötüsünü varsayar (düşünür). |
Assure
Can you assure success? |
Temin etmek, güvence vermek
Başarıyı garanti edebilir misiniz? |
Astonish
Tom looks astonished. |
Şaşırtmak
Tom şaşkınlık içinde görünüyor. |
Attach
He attached the document to the email. |
Eklemek, iliştirmek
O belgeyi e-postaya ekledi. |
Attempt
He made an attempt at baking his first cake. |
Denemek, girişimde bulunmak
O ilk pastasını yapmayı denedi. |
Attend
He regularly attends meetings. |
Katılmak, iştirak etmek
O düzenli olarak toplantılara katılır. |
Attract
I am not attracted to him at all. |
Cezbetmek, çekmek, ilgi duymak
Ona karşı hiç ilgi duymuyorum. |
Avoid
We generally avoid junk food. |
Kaçınmak, sakınmak
Abur cuburdan genel olarak kaçınıyoruz. |
Awake
Are you awake? |
Uyanmak
Uyanık mısın? |
Bake
What are you going to bake for dessert? |
Pişirmek (fırında)
Tatlı olarak ne pişireceksin? |
Bathe
He bathed and dressed. |
Yıkanmak
O yıkandı ve giyindi. |
Be (am, is, are, was, were)
I am very happy. |
Olmak
Ben çok mutluyum. |
Bear
I cannot bear this heat. |
Dayanmak, katlanmak
Bu sıcaklığa dayanamıyorum. |
Beat
Anyone can beat anyone. |
Dövmek, yenmek, ritm
Herkes herkesi yenebilir. |
Become
She became lonely after her husband passed away. |
Olmak
O kocası öldükten sonra yalnızlaştı. |
Beg
I’m begging you. He lives by begging. |
Yalvarmak, dilenmek
Sana yalvarıyorum. O dilenerek yaşıyor. |
Begin
The play will begin soon. |
Başlamak
Oyun yakında başlayacak. |
Behave
Siblings often behave similarly. |
Davranmak
Kardeşler genellikle benzer şekilde davranırlar. |
Believe
Do not believe his lies! |
İnanmak
Onun yalanlarına inanmayın! |
Belong
That book belongs to me. |
Ait olmak
O kitap bana ait. |
Bend
She bent down. |
Eğmek, bükmek, eğilmek
O öne doğru eğildi. |
Bet
I never bet. |
Bahse girmek
Asla bahse girmem. |
Bind
Their job is to bind books. |
Bağlamak, sarmak, ciltlemek
Onların işi kitapları ciltlemektir. |
Bite
He took a bite of food. |
Isırmak
O yemeğinden bir ısırık aldı. |
Blow
The wind began to blow. |
Üflemek, esmek
Rüzgâr esmeye başladı. |
Boil
The water began to boil. |
Kaynamak, kaynatmak
Su kaynamaya başladı. |
Borrow
She always borrows my car. |
Ödünç almak
O her zaman benim arabamı ödünç alır. |
Bounce
Hit the ball after the bounce. |
Sıçramak, zıplamak
Zıpladıktan sonra topa vurun. |
Bow
She asked for help, and I decided to bow to her request. |
Boyun eğmek, eğilmek
O yardım istedi ve ben de onun isteğine boyun eğmeye karar verdim. |
Break
Can we break for lunch? |
Kırmak, bozmak, ara vermek
Öğle yemeği için ara verebilir miyiz? |
Breed
Rabbits breed quickly. |
Üremek, soyunu devam ettirmek
Tavşanlar hızla ürerler. |
Bring
He brings chaos wherever he goes. |
Getirmek
O gittiği her yere kaos getiriyor. |
Broadcast
The concert was broadcast live. |
Yayınlamak, yayımlamak
Konser canlı olarak yayınlandı. |
Build
We want to build our own home. |
İnşa etmek, yapmak
Kendi evimizi inşa etmek istiyoruz. |
Burn
The sun burns brightly. |
Yanmak, yakmak
Güneş pırıl pırıl yanıyor. |
Burst
The water pipe burst. |
Patlamak, patlatmak
Su borusu patladı. |
Buy
Did you buy that in China? |
Satın almak
Bunu Çin’den mi satın aldın? |
Calculate
How do you calculate the charges? |
Hesaplamak
Masrafları nasıl hesaplıyorsunuz? |
Can/Could
Can you swim? Anything could happen. |
– (Yetenek, yapabilmek, izin ifadesi)
Yüzebilir misin? Her şey olabilir. |
Care
Without care, the plants will die. |
İlgilenmek, bakım yapmak
İlgilenilmez ise bitkiler ölecek. |
Carry
He carried his luggage to the car. |
Taşımak, götürmek
O bavulunu arabaya taşıdı. |
Catch
She caught the ball. |
Yakalamak
O topu yakaladı. |
Celebrate
We celebrate the holidays with our family. |
Kutlamak
Biz bayramları ailemizle kutluyoruz. |
Change
He is always changing his mind. |
Değiştirmek, değişmek
O her zaman fikrini değiştiriyor. |
Choose
Can you choose between these two shirts? |
Seçmek
Bu iki gömlek arasında seçim yapabilir misin? |
Chop
I like to chop wood. |
Doğramak, kesmek
Odun kesmeyi severim. |
Claim
They claim they won. |
İddia etmek, talep etmek
Onlar kazandıklarını iddia ediyorlar. |
Climb
Prices continue to climb. |
Tırmanmak
Fiyatlar tırmanmaya devam ediyor. |
Cling
You can’t cling to the past. |
Sarılmak, yapışmak, takılıp kalmak
Geçmişe takılıp kalamazsınız. |
Come
We had to come. |
Gelmek
Gelmek zorunda kaldık. |
Commit
She tried to commit suicide. |
Taahhüt etmek, girişimde bulunmak
O intihar girişiminde bulundu. |
Communicate
How do they communicate? |
İletişim kurmak
Nasıl iletişim kuruyorlar? |
Compare
Compare the signatures. |
Karşılaştırmak
İmzaları karşılaştırın. |
Compete
We want to compete. |
Yarışmak
Biz yarışmak istiyoruz. |
Complain
They always complain. |
Şikayet etmek
Onlar her zaman şikâyet ederler. |
Complete
Please complete the sentences. |
Tamamlamak
Lütfen cümleleri tamamlayın. |
Concern
He concerns himself with every detail to ensure the project’s success. |
İlgilendirmek, endişelendirmek
Projenin başarısını sağlamak için her ayrıntıyla ilgileniyor. |
Confirm
Please confirm your attendance to the meeting by replying to this email. |
Onaylamak, doğrulamak
Lütfen bu e-postayı yanıtlayarak toplantıya katılımınızı onaylayın. |
Consent
Before proceeding, we need you to consent to the data privacy policy. |
Rıza göstermek, razı olmak
Devam etmeden önce veri gizliliği politikasını kabul etmeniz gerekiyor. |
Consider
I consider myself lucky. |
Düşünmek, gibi görmek
Kendimi şanslı görüyorum. |
Consist
The new software consists of several integrated modules. |
Oluşmak, meydana gelmek
Yeni yazılım birkaç entegre modülden oluşuyor. |
Consult
I need to consult with my team before making a decision. |
Danışmak
Karar vermeden önce ekibime danışmam gerekiyor. |
Contain
All dictionaries contain errors. |
İçermek
Tüm sözlükler hatalar içerir. |
Continue
Let’s continue our discussion after the break. |
Devam etmek
Aradan sonra tartışmamıza devam edelim. |
Convince
We’ll convince them. |
İkna etmek
Biz onları ikna edeceğiz. |
Cook
I will cook dinner for us tonight. |
Pişirmek
Bu akşam bize akşam yemeği pişireceğim. |
Cost
The repairs to the car will cost more than expected. |
Maliyeti olmak, mal olmak
Arabanın tamiri beklenenden daha pahalıya mal olacak. |
Count
Please count the number of attendees at the event and report back to me. |
Saymak
Lütfen etkinlikteki katılımcı sayısını sayın ve bana rapor verin. |
Crawl
The baby is learning to crawl around the living room. |
Sürünmek, emeklemek
Bebek oturma odasında emeklemeyi öğreniyor. |
Create
Click here to create an account. |
Yaratmak, oluşturmak
Hesap oluşturmak için burayı tıklayın. |
Creep
The spider began to creep slowly along the edge of the wall. |
Sürünmek
Örümcek yavaş yavaş duvarın kenarında sürünmeye başladı. |
Criticize
He tends to criticize without offering solutions. |
Eleştirmek
O çözüm sunmadan eleştirmeye eğilimlidir. |
Cry
The baby started to cry. |
Ağlamak
Bebek ağlamaya başladı. |
Cut
She used the scissors to cut the paper. |
Kesmek
O kağıdı kesmek için makası kullandı. |
Dance
They love to dance at parties. |
Dans etmek
Onlar partilerde dans etmeyi severler. |
Dare
Will you dare to speak up during the meeting? |
Cüret etmek, cesaret etmek
Toplantı sırasında konuşmaya cesaret edebilecek misiniz? |
Deal
They agreed to deal with the matter later. |
Anlaşma yapmak, iş yapmak
Konuyu daha sonra ele almak konusunda anlaştılar. |
Decide
We need to decide on a date for the next meeting. |
Karar vermek
Bir sonraki toplantının tarihine karar vermemiz gerekiyor. |
Defer
She chose to defer her decision until she had more information. |
Ertelemek
Daha fazla bilgi edinene kadar kararını ertelemeyi seçti. |
Delay
The flight was delayed due to bad weather. |
Geciktirmek, ertelemek
Kötü hava koşulları nedeniyle uçuş ertelendi. |
Deliver
The courier will deliver the package tomorrow. |
Teslim etmek, dağıtmak
Kurye yarın paketi teslim edecek. |
Demand
He decided to demand a refund for the defective product. |
Talep etmek
Arızalı ürün için para iadesi talep etmeye karar verdi. |
Deny
She had to deny the accusations against her. |
İnkar etmek, reddetmek
Kendisine yöneltilen suçlamaları reddetmek zorunda kaldı. |
Depend
The success of the project will depend on effective teamwork. |
Bağlı olmak
Projenin başarısı etkili bir ekip çalışmasına bağlı olacaktır. |
Describe
Can you describe the main features of the new software? |
Tanımlamak
Yeni yazılımın ana özelliklerini anlatabilir misiniz? |
Deserve
She worked hard and deserved the promotion. |
Hak etmek
O çok çalıştı ve terfiyi hak etti. |
Desire
He desires a peaceful and fulfilling life. |
Arzu etmek, istemek
O huzurlu ve tatmin edici bir yaşam arzuluyor. |
Destroy
The fire threatened to destroy the entire building. |
Yok etmek, tahrip etmek
Yangın tüm binayı yok etme tehlikesi yarattı. |
Determine
She tried to determine the cause of the problem. |
Belirlemek, karar vermek
O sorunun sebebini tespit etmeye çalıştı. |
Develop
The company plans to develop a new product line next year. |
Geliştirmek
Şirket gelecek yıl yeni bir ürün grubu geliştirmeyi planlıyor. |
Differ
The two proposals differ in terms of approach and cost. |
Farklılık göstermek
Her iki öneri de yaklaşım ve maliyet açısından farklılık gösteriyor. |
Disagree
We may disagree on some points, but we can find common ground. |
Anlaşmamak, uyuşmamak
Bazı noktalarda anlaşamayabiliriz ama ortak noktalarda buluşabiliriz. |
Discover
While exploring the forest, they discovered a hidden waterfall. |
Keşfetmek
Onlar ormanı araştırırken gizli bir şelale keşfettiler. |
Discuss
Let’s discuss the agenda for the upcoming meeting. |
Tartışmak
Hadi, gelecek toplantının gündemini tartışalım. |
Dislike
She tends to dislike spicy food. |
Hoşlanmamak, sevmemek
O baharatlı yiyeceklerden pek hoşlanmaz. |
Distribute
He will distribute the flyers at the event. |
Dağıtmak
O etkinlikte el ilanlarını dağıtacak. |
Dive
He decided to dive into the pool to cool off. |
Dalış yapmak
O serinlemek için havuza dalmaya karar verdi. |
Do
I’ll do my best to complete the task on time. |
Yapmak
Görevi zamanında tamamlamak için elimden geleni yapacağım. |
Doubt
I doubt he will be able to attend the meeting. |
Şüphe etmek
Toplantıya katılabileceğinden şüpheliyim. |
Drag
She had to drag the heavy suitcase up the stairs. |
Sürüklemek
O ağır bavulu merdivenlerden yukarı sürüklemek zorunda kaldı. |
Dream
He dreams of a better future for himself and his family. |
Rüya görmek, hayal etmek
O kendisi ve ailesi için daha iyi bir gelecek hayal ediyor. |
Drill
The carpenter will drill the holes for the shelves. |
Matkapla delmek
Marangoz raflar için delikler açacaktır. |
Drink
I’m thirsty; I’ll drink a glass of water. |
İçmek
Susadım; bir bardak su içeceğim. |
Drive
She will drive to the office tomorrow. |
Sürmek, arabayla gitmek
O yarın ofise gidecek. (Araç kullanarak) |
Drop
I accidentally dropped my phone, and now the screen is cracked. |
Düşürmek, bırakmak
Yanlışlıkla telefonumu düşürdüm ve ekranı çatladı. |
Dry
After washing the clothes, hang them outside to dry. |
Kurutmak
Çamaşırları yıkadıktan sonra kuruması için dışarıya asın. |
Earn
She works hard to earn a living for her family. |
Kazanmak, para kazanmak, sağlamak
Ailesinin geçimini sağlamak için çok çalışıyor. |
Eat
I’m hungry; let’s eat dinner now. |
Yemek
Acıktım; hadi şimdi akşam yemeği yiyelim. |
Emphasize
In the discussion, please emphasize the importance of teamwork. |
Vurgulamak
Tartışma sırasında lütfen ekip çalışmasının önemini vurgulayın. |
Enable
The password will enable you to access the secure system. |
Etkinleştirmek, sağlamak
Şifre güvenli sisteme erişmenizi sağlayacaktır. |
Encourage
I always encourage my friends to pursue their dreams. |
Cesaretlendirmek, teşvik etmek
Arkadaşlarımı her zaman hayallerinin peşinden koşmaya teşvik ediyorum. |
Engage
He engages in meaningful conversations daily. |
Meşgul olmak, katılmak
O her gün anlamlı sohbetlere katılıyor. |
Enhance
New features will enhance user experience.” |
Geliştirmek, artırmak
Yeni özellikler kullanıcı deneyimini geliştirecek. |
Enjoy
We enjoy hiking in the mountains. |
Keyif almak, zevk almak
Dağlarda yürüyüş yapmaktan keyif alıyoruz. |
Ensure
Double-check to ensure accuracy. |
Sağlamak, temin etmek
Doğru olmasını sağlamak için iki kez kontrol edin. |
Entail
The job may entail travel. |
Gerektirmek
İş seyahat etmeyi gerektirebilir. |
Enter
He will enter the competition. |
Girmek
O yarışmaya girecek. (katılacak) |
Establish
They plan to establish a new business. |
Kurmak, tesis etmek
Onlar yeni bir iş kurmayı planlıyorlar. |
Examine
The doctor will examine the patient. |
İncelemek, muayene etmek
Doktor hastayı muayene edecek. |
Exist
Diverse cultures exist in this city. |
Var olmak
Bu şehirde farklı kültürler var. |
Expand
The company plans to expand internationally. |
Genişletmek
Şirket uluslararası alanda genişlemeyi planlıyor. |
Expect
We expect good news soon. |
Beklemek
Yakın zamanda güzel haberler bekliyoruz. |
Experiment
They will experiment with new methods. |
Deney yapmak, denemek
Onlar yeni yöntemler deneyecekler. |
Explain
Can you explain the process briefly? |
Açıklamak, anlatmak
Süreci kısaca anlatabilir misiniz? |
Explore
They plan to explore new opportunities. |
Keşfetmek
Onlar yeni fırsatları keşfetmeyi planlıyorlar. |
Extend
The company will extend the deadline. |
Uzatmak
Şirket süreyi uzatacak. |
Fail
If you don’t study, you’ll fail. |
Başarısız olmak
Eğer ders çalışmazsan başarısız olursun. |
Fall
The leaves fall in autumn. |
Düşmek
Yapraklar sonbaharda düşerler. |
Feed
Don’t forget to feed the cat. |
Beslemek
Kediyi beslemeyi unutma. |
Feel
I feel happy today. |
Hissetmek
Bugün kendimi mutlu hissediyorum. |
Fight
They decided to fight for justice. |
Kavga etmek, mücadele etmek
Onlar adalet için savaşmaya karar verdiler. |
Find
I will find my keys. |
Bulmak
Anahtarlarımı bulacağım. |
Finish
I will finish the task today. |
Bitirmek
Bugün görevi bitireceğim. |
Fit
The dress should fit perfectly. |
Uymak
Elbise tam oturmalıdır. |
Fly
The birds fly in the sky. |
Uçmak
Kuşlar gökyüzünde uçarlar. |
Fold
I will fold the laundry now. |
Katlamak
Şimdi çamaşırları katlayacağım. |
Follow
Please follow the instructions carefully. |
Takip etmek
Lütfen talimatları dikkatlice takip edin. |
Forbid
My parents forbid me from staying out late. |
Yasaklamak
Ailem geç saatlere kadar dışarıda kalmamı yasaklıyor. |
Forget
Don’t forget your keys at home. |
Unutmak
Anahtarlarınızı evde unutmayın. |
Forgive
I have decided to forgive him. |
Affetmek
Onu affetmeye karar verdim. |
Freeze
The water will freeze overnight. |
Donmak
Su bir gecede donacaktır. |
Fry
I will fry some eggs for breakfast. |
Kızartmak
Kahvaltıda biraz yumurta kızartacağım. |
Gather
We will gather at the park. |
Toplanmak, bir araya gelmek
Parkta toplanacağız. |
Grow
Plants grow in sunlight. |
Büyümek
Bitkiler güneş ışığında büyür. |
Grasp
She quickly grasped the concept. |
Kavramak, anlamak
O konsepti hızla kavradı. |
Glance
He took a quick glance at the newspaper. |
Göz atmak, bakmak
O gazeteye hızlıca bir göz attı. |
Greet
I will greet the guests at the door. |
Selamlamak
Misafirleri kapıda karşılayacağım. |
Guide
The tour guide will show us around. |
Rehberlik etmek
Tur rehberi bize etrafı gösterecek. |
Guess
I’ll have to guess the password. |
Tahmin etmek
Şifreyi tahmin etmem gerekecek. |
Give
I will give you a gift. |
Vermek
Sana bir hediye vereceğim. |
Go
We can go to the park. |
Gitmek
Parka gidebiliriz. |
Generate
The wind turbines generate electricity for the community. |
Oluşturmak
Rüzgar türbinleri toplum için elektrik üretir. |
Grab
I need to grab my coat before leaving. |
Kavramak, yakalamak
Ayrılmadan önce ceketimi almam gerekiyor. |
Glitter
The decorations glitter in the sunlight. |
Parlamak, parıldamak
Dekorasyonlar güneş ışığında parlıyor. |
Groan
As she lifted the heavy box, she let out a groan. |
İnlemek, homurdanmak
O ağır kutuyu kaldırırken bir inleme sesi çıkardı. |
Hang
I will hang the picture on the wall. |
Asmak
Resmi duvara asacağım. |
Happen
Unexpected things happen in life. |
Olmak, meydana gelmek
Hayatta beklenmedik şeyler olur. |
Hate
I hate waiting for long periods. |
Nefret etmek
Uzun süre beklemekten nefret ederim. |
Have
I have a meeting this afternoon. |
Sahip olmak, var olmak
Bu öğlen bir toplantım var. |
Hear
I hear music playing in the background. |
Duymak
Arka planda çalan müziği duyuyorum. |
Hesitate
She didn’t hesitate to express her opinion. |
Tereddüt etmek
O fikrini belirtmekten çekinmedi. |
Hide
The cat likes to hide under the bed. |
Saklanmak, gizlenmek
Kedi yatağın altına saklanmayı seviyor. |
Hit
He accidentally hit the ball too hard. |
Vurmak
O yanlışlıkla topa çok sert vurdu. |
Hold
Please hold the door for me. |
Tutmak, beklemek
Lütfen kapıyı benim için tutun. |
Hop
He taught his dog to hop over obstacles. |
Sıçramak, zıplamak
O köpeğine engellerin üzerinden atlamayı öğretti. |
Hope
I hope the weather improves soon. |
Ummak, umut etmek
Umarım bir an önce havalar düzelir. |
Hug
She ran to him and gave him a warm hug. |
Sarılmak
O ona doğru koştu ve sıcak bir şekilde sarıldı. |
Hurry
We need to hurry to catch the bus. |
Acele etmek
Otobüse yetişmek için acele etmemiz gerekiyor. |
Hurt
Her comments hurt my feelings deeply. |
İncitmek, acıtmak
Onun yorumları duygularımı derinden incitti. |
Identify
Can you identify the main problem? |
Tanımlamak, belirlemek
Asıl sorunu tanımlayabilir misiniz? |
Ignore
He chose to ignore the negative comments. |
Umursamamak, görmezden gelmek
O olumsuz yorumları görmezden gelmeyi seçti. |
Illustrate
The teacher used pictures to illustrate the concept. |
Resimlemek, açıklamak
Öğretmen kavramı açıklamak için resimler kullandı. |
Imagine
Close your eyes and imagine a peaceful beach. |
Hayal etmek, düşlemek
Gözlerinizi kapatın ve huzur dolu bir kumsal hayal edin. |
Imply
Her silence implied disagreement with the decision. |
İma etmek, anlamına gelmek
Onun sessizliği karara katılmadığını ima ediyordu. |
Impress
Their performance at the concert impressed the audience. |
Etkilemek, hayran bırakmak
Konserdeki performansları izleyenleri hayran bıraktı. |
Improve
She decided to improve her language skills. |
İyileştirmek, geliştirmek
O dil becerilerini geliştirmeye karar verdi. |
Include
The package deal will include breakfast and dinner. |
İçermek, dahil etmek
Paket anlaşmaya sabah kahvaltısı ve akşam yemeği dahildir. |
Incorporate
We will incorporate your suggestions into the plan. |
Birleştirmek, içermek
Önerilerinizi planımıza dahil edeceğiz. |
Indicate
The arrow on the map indicates the location. |
İşaret etmek, göstermek
Haritanın üzerindeki ok konumu gösteriyor. |
Inform
I will inform you about the meeting details. |
Bilgilendirmek, haber vermek
Toplantı detayları hakkında sizleri bilgilendireceğim. |
Insist
Despite the objections, she continued to insist on her decision. |
Israr etmek
İtirazlara rağmen kararında ısrar etmeye devam etti. |
Install
The technician will install the software today. |
Kurmak, yüklemek
Teknisyen yazılımı bugün yükleyecek. |
Intend
I intend to start a new project. |
Niyet etmek, amaçlamak
Yeni bir projeye başlamayı planlıyorum. |
Introduce
The manager will introduce the new team members. |
Tanıtmak
Yönetici yeni ekip üyelerini tanıtacak. |
Invest
They plan to invest in renewable energy projects. |
Yatırım yapmak
Onlar yenilenebilir enerji projelerine yatırım yapmayı planlıyorlar. |
Investigate
The detective will investigate the crime scene. |
Araştırmak
Dedektif olay yerini araştıracak. |
Involve
The project will involve multiple teams. |
Dahil etmek, kapsamak
Projede birden fazla ekip yer alacak. |
Iron
I need to iron my shirt before the meeting. |
Ütülemek
Toplantıdan önce gömleğimi ütülemem gerekiyor. |
Jog
Every morning, she likes to jog in the park. |
Koşu yapmak, hafif tempoda koşmak
O her sabah parkta koşmayı seviyor. |
Juggle
The circus performer can juggle knives skillfully. |
Hokkabazlık yapmak, oynamak
Sirk sanatçısı bıçaklarla ustaca hokkabazlık yapabiliyor. |
Join
I will join the meeting at 3 PM. |
Katılmak, birleştirmek
Saat 15.00’teki toplantıya katılacağım. |
Jump
The athlete will jump over the hurdle. |
Sıçramak, atlamak
Atlet engelin üzerinden atlayacak. |
Judge
Don’t judge a book by its cover. |
Yargılamak
Bir kitabı kapağına göre yargılamayın. |
Justify
She had to justify her decision to the team. |
Haklı çıkarmak
Kararını takıma haklı çıkarması gerekiyordu. |
Keep
I will keep the key in my pocket. |
Tutmak, korumak
Anahtarı cebimde saklayacağım. |
Kick
He accidentally kicked the door open. |
Tekmelemek
O yanlışlıkla kapıyı tekmeleyerek açtı. |
Kiss
They decided to kiss under the stars. |
Öpme, öpmek
Onlar yıldızların altında öpüşmeye karar verdiler. |
Kneel
He knelt down to tie his shoelaces. |
Diz çökmek
O ayakkabısının bağlarını bağlamak için diz çöktü. |
Knit
She decided to knit a sweater for her friend. |
Örmek, örgü yapmak
O arkadaşına kazak örmeye karar verdi. |
Know
I know the answer to that question. |
Bilmek
Bu sorunun cevabını biliyorum. |
Lack
We lack the necessary resources for the project. |
Yoksun olmak, eksik olmak
Proje için gerekli kaynaklara sahip değiliz. |
Laugh
The joke made everyone laugh loudly. |
Gülmek
Bu espri herkesi yüksek sesle güldürdü. |
Lay
Lay down and rest for a while. |
Yatırmak, koymak, uzanmak
Uzan ve bir süre dinlen. |
Lead
She will lead the team. |
Liderlik etmek, öncülük etmek
O takıma liderlik edecek. |
Lean
She likes to lean on the railing. |
Eğilmek, yaslanmak
O korkuluklara yaslanmayı seviyor. |
Leap
He decided to leap across. |
Sıçramak, atlamak
O karşı tarafa atlamaya karar verdi. |
Learn
I learn from every experience. |
Öğrenmek
Her deneyimden bir şeyler öğreniyorum. |
Leave
Don’t leave without saying goodbye. |
Ayrılmak, terk etmek
Vedalaşmadan ayrılmayın. |
Lend
Can you lend me money? |
Ödünç vermek
Bana borç para verebilir misin? |
Lie
He didn’t want to lie. |
Yatmak, yalan söylemek
O yalan söylemek istemedi. |
Lift
Can you lift that box? |
Kaldırmak
Şu kutuyu kaldırabilir misin? |
Light
She will light the candles. |
Aydınlatmak, hafifletmek, yakmak
O mumları yakacak. |
Lie
I can’t lie about this. |
Yalan söylemek
Bu konuda yalan söyleyemem. |
Like
I like your new hairstyle. |
Beğenmek, hoşlanmak
Yeni saç stilini beğeniyorum. |
Listen
Listen to the soothing music. |
Dinlemek
Sakinleştirici müziği dinleyin. |
Look
Look, it’s snowing outside. |
Bakmak
Bak dışarıda kar yağıyor. |
Lose
Don’t lose your car keys again. |
Kaybetmek
Bir daha arabanın anahtarlarını kaybetme. |
Love
I love spending time with you. |
Sevmek
Seninle zaman geçirmeyi seviyorum. |
Maintain
Regular exercise helps maintain good health. |
Korumak
Düzenli egzersiz sağlığınızı korumaya yardımcı olur. |
Make
She can make delicious homemade cookies. |
Yapmak
O çok lezzetli ev kurabiyeleri yapabilir. |
Manage
I can manage my time efficiently. |
Yönetmek, idare etmek
Zamanımı verimli bir şekilde yönetebiliyorum. |
Matter
Your opinion does matter to me. |
Önemli olmak, önem taşımak
Senin fikrin benim için önemli. |
May
You may leave early if needed. |
Olabilir, -e bilir
İhtiyaç halinde erken ayrılabilirsiniz. |
Mean
His words don’t mean disrespect. |
Anlamına gelmek, demek olmak
Onun sözleri saygısızlık anlamına gelmiyor. |
Measure
Measure the room for new furniture. |
Ölçmek
Yeni mobilya için odayı ölçün. |
Meet
Let’s meet for coffee tomorrow morning. |
Buluşmak, karşılamak
Yarın sabah kahve içmek için buluşalım. |
Melt
The ice cream begins to melt. |
Eriyerek yok olmak
Dondurma erimeye başlıyor. |
Mention
Please mention your preferences in the survey. |
Bahsetmek, belirtmek
Lütfen ankette tercihlerinizi belirtiniz. |
Might
I might join the meeting later. |
Olabilir, -e bilir
Toplantıya daha sonra katılabilirim. |
Mind
Do you mind closing the window? |
Dikkat etmek, önemsemek
Pencereyi kapatmanın sakıncası var mı? |
Miss
I miss my friends from college. Don’t miss the opportunity to apply. |
Kaçırmak, özlemek
Üniversitedeki arkadaşlarımı özledim. Başvuru fırsatını kaçırmayın. |
Mix
Mix the ingredients thoroughly for baking. |
Karıştırmak
Pişirmek için malzemeleri iyice karıştırın. |
Mow
He needs to mow the lawn. |
Biçmek
Onun çimleri biçmesi gerekiyor. |
Must
You must complete the assignment today. |
Zorunlu olmak, -meli
Ödevi bugün tamamlamanız gerekiyor. |
Nag
Please don’t nag me about chores. |
Gevşek olmak, rahatsız etmek
Lütfen ev işleri konusunda bana dırdır etme. |
Nourish
Eating fruits and vegetables nourishes your body. |
Beslemek, büyütmek
Meyve ve sebze yemek vücudunuzu besler. |
Nudge
I’ll nudge him to wake up. |
Dirsek atmak, dürtmek
Onu uyandırmak için dürteceğim. |
Navigate
He can navigate through the city easily. |
Seyretmek, gezinmek
O şehirde rahatlıkla gezinebilir. |
Name
They named their baby girl Emily. |
Adlandırmak, isim vermek
Bebeklerine Emily adını verdiler. |
Neglect
Don’t neglect your responsibilities at work. |
İhmal etmek
İş yerinde sorumluluklarınızı ihmal etmeyin. |
Nurture
Parents nurture their children with love. |
Beslemek, büyütmek, yetiştirmek
Anne-babalar çocuklarını sevgiyle yetiştirirler. |
Notify
Please notify me of any changes. |
Bildirmek, haber vermek
Lütfen herhangi bir değişiklik olursa beni bilgilendirin. |
Narrate
She will narrate the story tonight. |
Anlatmak, hikaye etmek
O bu gece hikayeyi anlatacak. |
Necessitate
The complex task may necessitate extra time. |
Gerekli kılmak, zorunlu kılmak
Karmaşık görev fazladan zaman gerektirebilir. |
Observe
Let’s observe the stars together tonight. |
Gözlemlemek, görmek
Gelin bu gece yıldızları birlikte gözlemleyelim. |
Obtain
He needs to obtain a permit. |
Elde etmek, edinmek, almak
Onun bir izin alması gerekiyor. |
Occur
A bright idea occurred to me. |
Meydana gelmek, oluşmak, belirmek
Aklıma parlak bir fikir geldi. |
Offer
We accepted his offer. |
Teklif etmek, sunmak
Biz onun önerisini kabul ettik. |
Open
The door opened slowly. |
Açmak
Kapı yavaşça açıldı. |
Operate
He can operate a crane. |
Kullanmak, yönetmek
O vinç kullanabilir. |
Order
He ordered mineral water. |
Sipariş vermek
O maden suyu sipariş etti. |
Organize
We organized a huge party. |
Düzenlemek, organize etmek
Büyük bir parti organize ettik. |
Ought to
We ought to win. |
-meli, -malı
Biz kazanmalıyız. |
Overcome
You can overcome obstacles. |
Üstesinden gelmek
Engellerin üstesinden gelebilirsiniz. |
Overtake
We could not overtake him. |
Geçmek, sollamak
Biz onu geçemedik. |
Owe
I owe you something. |
Borçlu olmak, borçlanmak
Sana bir şey borçluyum. |
Own
Who owns this villa? |
Sahip olmak
Bu villanın sahibi kimdir? |
Paint
I painted the wall. |
Boyamak
Ben duvarı boyadım. |
Participate
He didn’t participate in the discussion. |
Katılmak, iştirak etmek
O, tartışmaya katılmadı. |
Pay
I’ll pay today. |
Ödemek
Bugün ödeyeceğim. |
Peel
Please peel this orange for me. |
Soymak, kabuğunu soymak
Lütfen benim için bu portakalı soy. |
Perform
I thought I performed well. |
Yapmak, icra etmek
İyi performans gösterdiğimi düşünüyordum. |
Persuade
Nothing would persuade him. |
İkna etmek
Hiçbir şey onu ikna etmezdi. |
Pinch
He got pinched by the cops. |
Sıkıştırmak
O polisler tarafından sıkıştırıldı. |
Plan
It was planned. |
Planlamak
Bu planlanmıştı. |
Play
We played chess. |
Oynamak, oyun oynamak
Biz satranç oynadık. |
Point
Everyone pointed at me. |
İşaret etmek, göstermek
Herkes beni işaret etti. |
Possess
She is very possessive, isn’t he? |
Sahiplenmek
O çok sahiplenici, değil mi? |
Postpone
We postponed the event. |
Ertelemek
Biz etkinliği erteledik. |
Pour
He poured another drink. |
Dökmek, boşaltmak
O bir içki daha koydu. |
Practice
I practiced every day. |
Pratik yapmak
Her gün pratik yaptım. |
Prefer
I prefer coffee. |
Tercih etmek
Kahveyi tercih ederim. |
Prepare
Prepare yourself. |
Hazırlamak
Kendini hazırla. |
Pretend
Pretend you know something. |
Numara yapmak, gibi davranmak
Bir şey biliyormuş gibi davran. |
Prevent
Prevent him from going. |
Önlemek
Onun gitmesini engelleyin. |
Proceed
We’re proceeding according to plan. |
İlerlemek, devam etmek
Plana göre ilerliyoruz. |
Promise
He promised to help. |
Söz vermek
O yardım etmek için söz verdi. |
Propose
Did he propose any solutions? |
Teklif etmek, önermek
O, hiç çözüm önerdi mi? |
Protect
Her family protected her. |
Korumak
Ailesi onu korudu. |
Prove
I proved her wrong. |
Kanıtlamak, ispat etmek
Ona hatasını kanıtladım. |
Pull
He pulled a weapon. |
Çekmek
O bir silah çekti. |
Punch
Who punched you? |
Yumruklamak, vurmak
Kim seni yumrukladı? |
Pursue
The detectives pursued him. |
Takip etmek, izlemek
Dedektifler onu takip ettiler. |
Push
Push the red button. |
İtmek, basmak
Kırmızı düğmeye bas. |
Put
Put your hands up. |
Koymak, yerleştirmek
Ellerinizi kaldırın. |
Quack
The ducks quacked. |
Ötmek (ördek gibi)
Ördekler vakladılar. |
Quit
They quit smoking. |
Bırakmak, vazgeçmek
Onlar sigarayı bıraktılar. |
Quell
The army quelled the rebellion. |
Bastırmak, yatıştırmak
Ordu isyanı bastırdı. |
Quest
Chinese firms have embarked on a quest to conquer the world market. |
Arayış, araştırma
Çinli firmalar dünya pazarını ele geçirme arayışına girdiler. |
Quake
The ground quaked violently. |
Sallanmak, sarsılmak
Zemin şiddetle sarsıldı. |
Qualify
I’m not qualified to do that. |
Nitelendirmek, yetkin kılmak
Onu yapmak için nitelikli değilim. |
React
She reacted furiously. |
Tepki vermek, tepki göstermek
O öfkeli bir biçimde tepki gösterdi. |
Read
She likes to read. |
Okumak
O okumayı sever. |
Realize
They realized they were wrong. |
Farkına varmak
Onlar hatalı olduklarını fark ettiler. |
Recall
I can’t recall who said that. |
Hatırlamak
Bunu kimin söylediğini hatırlamıyorum. |
Receive
Your message has been received. |
Almak, kabul etmek
Mesajınız alınmıştır. |
Recollect
I have no recollection of that event. |
Hatırlamak
O olaya dair hiçbir anım yok. |
Recommend
I recommend that restaurant. |
Tavsiye etmek
O restoranı tavsiye ederim. |
Reduce
That would reduce costs. |
Azaltmak
Bu, maliyetleri azaltırdı. |
Refer
Please give us three references. |
Başvurmak, referans vermek
Lütfen bize üç referans verin. |
Reflect
I reflected on the problem. |
Yansıtmak, düşünmek
Sorun üzerinde düşündüm. |
Refuse
The offer was refused. |
Reddetmek
Teklif reddedildi. |
Regret
I regretted the decision. |
Pişman olmak
Karardan pişman oldum. |
Relate
She can relate to your experience. |
İlişkilendirmek, bağlantı kurmak
O sizin deneyiminizle ilişki kurabilir. |
Relax
They relaxed around the campfire. |
Rahatlamak
Kamp ateşi etrafında dinlendiler. |
Relieve
He looks relieved. |
Rahatlatmak
O rahatlamış görünüyor. |
Rely
I relied on him. |
Güvenmek, inanmak
Ben ona inandım. |
Remain
He remained silent. |
Kalmak
O sessiz kaldı. |
Remember
I remember this story. |
Hatırlamak
Bu hikayeyi hatırlıyorum. |
Remind
Remind me later. |
Hatırlatmak
Daha sonra bana hatırlat. |
Repair
This car needs repairing. |
Tamir etmek
Bu arabanın tamire ihtiyacı var. |
Replace
We’re going to replace them. |
Değiştirmek, yerine koymak
Onları değiştireceğiz. |
Represent
I represented my country. |
Temsil etmek, simgeliyor olmak
Ben ülkemi temsil ettim. |
Require
This requires patience. |
Gerektirmek
Bu sabır gerektirir. |
Resent
Why do you resent me? |
Gücenmek, içerlemek
Bana neden kırgınsın? |
Resist
I can’t resist any longer. |
Direnmek, karşı koymak
Artık daha fazla direnemeyeceğim. |
Retain
We had to retain a lawyer. |
Tutmak, muhafaza etmek
Avukat tutmak zorunda kaldık. |
Retire
I retired in 2013. |
Emekli olmak
2013’te emekli oldum. |
Rid
Get rid of her. |
Kurtulmak, kaldırmak
Ondan kurtulun. |
Ride
He enjoys horseback riding. |
Binmek, sürmek
O ata binmekten hoşlanıyor. |
Ring
Ring the bell. |
Çalmak (telefon, zil vb.)
Zili çal. |
Rise
The sun rises in the east. |
Yükselmek
Güneş doğudan doğar. |
Risk
I risked everything. |
Risk almak
Her şeyi riske attım. |
Roast
She roasted the turkey. |
Fırınlamak, kızartmak
O, hindiyi kızarttı. |
Run
Don’t run here. |
Koşmak
Burada koşmayın. |
Sanction
Sanctions might work. |
Onaylamak, yaptırım uygulamak
Yaptırımlar işe yarayabilir. |
Satisfy
None were satisfied. |
Tatmin olmak, memnun olmak
Hiçbiri tatmin olmadı. |
Say
What did you say? |
Söylemek, demek
Ne dedin? |
Scrub
She scrubbed the sink. |
Fırçalamak, ovmak
O lavaboyu fırçaladı. |
See
I see you. |
Görmek
Seni görüyorum. |
Seem
He seems happy. |
Görünmek, gibi gelmek
O mutlu görünüyor. |
Sell
She sells sea shells. |
Satmak
O deniz kabukları satıyor. |
Send
Send us a message. |
Göndermek
Bize bir mesaj gönder. |
Serve
What time is dinner served? |
Hizmet etmek, servis yapmak
Akşam yemeği saat kaçta servis ediliyor? |
Set
My mother set the table. |
Ayarlamak, yerleştirmek
Annem sofrayı kurdu. |
Settle
They settled in Canada. |
Yerleşmek, halletmek
Onlar Kanada’ya yerleştiler. |
Sew
She can sew very well. |
Dikmek
O çok iyi dikiş dikebilir. |
Shake
Shake before using. |
Sallamak, çalkalamak
Kullanmadan önce çalkalayın. |
Shall
Shall we begin? |
Teklif yardımcı fiili
Başlayalım mı? |
Shed
She shed bitter tears. |
Dökmek, yere düşürmek
O acı gözyaşları döktü. |
Shine
The sun was shining like gold. |
Parlamak, ışıldamak
Güneş altın gibi parlıyordu. |
Shoot
Why did you shoot them? |
Ateş etmek, vurmak
Neden onları vurdun? |
Should
You should sleep. |
-meli, -malı
Uyumalısın. |
Show
Show me your passport. |
Göstermek
Bana pasaportunu göster. |
Shrink
Why did your T-shirt shrink? |
Küçülmek, çekmek
Tişörtün neden çekti? |
Shut
Shut up! |
Kapatmak
Kapa çeneni! |
Sing
We started singing. |
Şarkı söylemek
Biz şarkı söylemeye başladık. |
Sink
The ship is sinking. |
Batmak, çökmek
Gemi batıyor. |
Sit
She was sitting. |
Oturmak
O oturuyordu. |
Ski
We went skiing in Canada. |
Kayak yapmak
Biz Kanada’da kayak yapmaya gittik. |
Sleep
They’re sleeping. |
Uyumak
Onlar uyuyor. |
Slice
Slice the cucumbers. |
Dilimlemek, kesmek
Salatalıkları dilimle. |
Slide
The children were sliding on the ice. |
Kaymak
Çocuklar buzun üzerinde kayıyordu. |
Slip
He slipped on a banana peel. |
Kaymak, kayıp düşmek
O bir muz kabuğunun üzerinde kaydı. |
Smell
Roses smell sweet. |
Koklamak, kokmak
Güller güzel kokar. |
Snore
Who told you that I snore? |
Horlamak
Horladığımı sana kim söyledi? |
Solve
Problem solved! |
Çözmek
Sorun çözüldü! |
Sow
Farmers sow seeds in the spring. |
Ekmek, ekim yapmak
Çiftçiler ilkbaharda tohum ekerler. |
Speak
He speaks Chinese. |
Konuşmak
O Çince konuşuyor. |
Specify
She didn’t specify what he wanted. |
Belirtmek, açıklamak
O ne istediğini açıkça belirtmedi. |
Spell
Spell your name, please. |
Hecelemek, büyü yapmak
İsmini hecele, lütfen. |
Spend
Stop spending my money. |
Harcamak
Benim paramı harcamayı bırak. |
Spill
You spilled your coffee. |
Dökmek, dökülmek
Kahveni döktün. |
Spit
If it tastes bad, spit it out. |
Tükürmek
Eğer tadı kötüyse, onu tükür. |
Spread
He spreads negativity. |
Yaymak, yayılmak
O olumsuzluk yayıyor. |
Squat
She squatted down. |
Çömelmek, çöker durumda olmak
O çömeldi. |
Stack
He is carefully stacking the boxes. |
Yığın oluşturmak, istiflemek
O kutuları dikkatlice istifliyor. |
Stand
I stand against it. |
Durmak, ayakta durmak
Ben buna karşı (duruyorum) çıkıyorum. |
Start
He started smiling. |
Başlamak
O gülümsemeye başladı. |
Steal
What else did you steal? |
Çalmak
Başka ne çaldın? |
Stick
We should stick to our plan. |
Yapışmak, bir şeye sadık kalmak, verilen sözü tutmak
Planımıza sadık kalmalıyız. |
Sting
A bee sting can be very painful. |
Sokmak, batmak (sivri bir şeyin batması)
Arı sokması çok acı verici olabilir. |
Stink
Your boat stinks. |
Kötü kokmak
Tekneniz kötü kokuyor. |
Stir
Stir the soup. |
Karıştırmak, çırpmak
Çorbayı karıştır. |
Stop
The wind stopped. |
Durmak, durdurmak
Rüzgar durdu. |
Stretch
He stretched his arm. |
Uzatmak, germek
O kolunu uzattı. |
Strike
The workers are striking. |
Vurmak, grev yapmak
İşçiler grev yapıyorlar. |
Struggle
Workers struggled as factories closed. |
Mücadele etmek
Fabrikalar kapanırken, işçiler mücadele etti. |
Study
I studied abroad. |
Ders çalışmak, incelemek, bir yerde eğitim almak
Ben yurtdışında eğitim aldım. |
Submit
He submitted his resignation. |
Sunmak, teslim olmak
O istifasını (verdi) sundu. |
Succeed
He will succeed without doubt. |
Başarmak
O şüphesiz başarılı olacaktır. |
Suffer
They’ve suffered enough. |
Acı çekmek, ıstırap çekmek
Onlar yeterince acı çekti. |
Suggest
I suggest you study. |
Önermek
Ders çalışmanı öneririm. |
Supply
Cows supply milk. |
Sağlamak, tedarik etmek
İnekler süt (sağlarlar) verirler. |
Suppose
I suppose he’s gone home. |
Farzetmek, varsaymak
Sanırım o eve gitti. |
Surprise
You surprised everybody. |
Şaşırtmak
Sen herkesi şaşırttın. |
Survive
I want to survive. |
Hayatta kalmak
Hayatta kalmak istiyorum. |
Swear
It’s the truth, I swear. |
Yemin etmek
Bu doğru, yemin ederim. |
Sweep
Sweep my room. |
Süpürmek
Benim odamı süpür. |
Swell
The swelling has gone down. |
Şişmek, kabarmak
Şişlik indi. |
Swim
I swim regularly. |
Yüzmek
Ben düzenli olarak yüzerim. |
Swing
Swing your arm back and forth. |
Sallanmak, sallamak
Kolunuzu ileri geri sallayın. |
Take
Please take this. |
Almak
Lütfen bunu al. |
Talk
They’re talking. |
Konuşmak
Onlar konuşuyorlar. |
Taste
It tastes like chicken! |
Tatmak
Bunun tadı tavuk gibi. |
Teach
I will teach you. |
Öğretmek
Sana öğreteceğim. |
Tear
This cloth tears easily. |
Yırtmak, yırtılmak
Bu kumaş kolay yırtılır. |
Tell
Tell me your plan. |
Söylemek
Bana planını anlat. |
Tend
Everybody tends to be lazy. |
Eğiliminde olmak
Herkes tembel olma eğilimindedir. |
Think
We think the same. |
Düşünmek
Biz aynı düşünüyoruz. |
Threaten
She threatened him. |
Tehdit etmek
O onu tehdit etti. |
Throw
Please throw me the ball. |
Atmak
Lütfen topu bana at. |
Tiptoe
He tiptoed into the room. |
Parmak uçlarına basmak
Parmaklarının ucuna basarak odaya girdi. |
Tolerate
I can’t tolerate his rudeness. |
Tahammül etmek
Onun kabalığına tolerans gösteremem. |
Translate
Do you translate songs? |
Çevirmek
Şarkıları çeviriyor musun? |
Try
Try to understand. |
Denemek, çaba göstermek
Anlamaya çalış. |
Unfold
She unfolded a blanket. |
Açmak, katlamak
O bir battaniye açtı. |
Undertake
Everything I undertake goes wrong. |
Üstlenmek, bir işe girişmek
Üstlendiğim her şey ters gidiyor. |
Upset
Are you still upset? |
Üzgün olmak
Hala üzgün müsün? |
Understand
I understand him. |
Anlamak
Ben onu anlıyorum. |
Use
Use your instinct! |
Kullanmak
Kendi içgüdünü kullan! |
Upgrade
I plan to upgrade my computer. |
Yükseltmek
Bilgisayarımı yükseltmeyi planlıyorum. |
Urge
He urged her to drive carefully. |
Zorlamak, ısrar etmek, uyarmak
Arabayı dikkatli sürmesi konusunda uyardı. |
Unite
The goal is to unite the community. |
Birleştirmek
Amaç toplumu birleştirmektir. |
Validate
Please validate your email address. |
Doğrulamak, onaylamak
Lütfen e-posta adresinizi doğrulayın. |
Vanish
Who vanished? |
Kaybolmak, ortadan kaybolmak
Kim kayboldu? |
Vex
His constant lateness tends to vex me. |
Sinirlendirmek, üzmek
Onun sürekli geç kalması beni sinirlendiriyor. |
Visualize
Visualize your entire body. |
Görselleştirmek, gözünde canlandırmak
Tüm bedeninizi gözünüzde canlandırın. |
Volunteer
He volunteered for the mission. |
Gönüllü olmak
O göreve gönüllü oldu. |
Verify
Can anyone verify this? |
Doğrulamak, kontrol etmek
Herhangi biri bunu doğrulayabilir mi? |
Visit
Someone visited her yesterday. |
Ziyaret etmek
Biri onu dün ziyaret etti. |
View
I love to view beautiful sunsets. |
Görmek, bakmak
Güzel gün batımlarını izlemeyi seviyorum. |
Vitalize
A good night’s sleep can vitalize you. |
Canlandırmak, enerji vermek
İyi bir gece uykusu sizi canlandırabilir. |
Vocalize
She likes to vocalize her thoughts. |
Seslendirmek, sözcükleri seslendirmek
O düşüncelerini dile getirmeyi seviyor. |
Wait
Wait a minute, please. |
Beklemek
Bir dakika bekleyin, lütfen! |
Wake
Did the phone wake you? |
Uyanmak, uyandırmak
Telefon seni uyandırdı mı? |
Walk
We could walk. |
Yürümek
Yürüyebiliriz. |
Want
Who wants freedom? |
İstemek
Kim özgürlük istiyor? |
Warn
We did warn you. |
Uyarmak
Biz seni uyarmıştık. |
Wash
I washed the sheets. |
Yıkamak
Ben çarşafları yıkadım. |
Watch
They watched intently. |
İzlemek, seyretmek
Onlar dikkatle izlediler. |
Wave
She waved good-bye to me. |
El sallamak
Bana el sallayarak veda etti. |
Wear
Wear warm clothes. |
Giymek
Sıcak (kalın, kışlık) giysiler giyin. |
Weep
I weep for my lost youth. |
Ağlamak
Yitip giden gençliğime ağlıyorum. |
Weigh
He weighs more than thirty kilos. I need to weigh the ingredients. |
Tartmak, … ağırlığına gelmek
O otuz kilodan daha fazla geliyor. Malzemeleri tartmam gerekiyor. |
Whip
He whipped out his sword. |
Kamçılamak, çıkarmak, kılıç vs savurmak
O, kılıcını çıkardı. |
Will
Accidents will happen. |
Gelecek zaman yardımcı fiili
Kazalar olacaktır. |
Win
I hope you win! |
Kazanmak
Umarım kazanırsın. |
Wish
I wish you happiness! |
Dilemek
Sana mutluluklar dilerim! |
Would
What would you do? |
-se, -sa
Sen ne yapardın? |
Write
I write songs. |
Yazmak
Ben şarkı yazıyorum. |
X-ray
The doctor will x-ray your arm. |
Röntgen çekmek
Doktor kolunun röntgenini çekecek. |
Xerox
I’ll Xerox the document for you. |
Fotokopi çekmek
Senin için belgenin fotokopisini çekeceğim. |
Yield
He yielded to pressure. |
Teslim olmak, pes etmek
O baskılara boyun eğdi. |
Yell
She yelled for help. |
Bağırmak
O yardım için bağırdı. |
Yearn
I yearn for victory. |
Hasret çekmek, özlemek
Zaferi özlüyorum. |
Zap
He accidentally zapped the computer. She used a remote to zap. |
Zarar vermek, vuruş yapmak, zap yapmak
O yanlışlıkla bilgisayara zarar verdi. O zap yapmak için uzaktan kumandayı kullandı. |
Zigzag
The path zigzags through the forest. |
Zigzag yapmak
Yol ormanın içinden zikzaklar çizerek geçiyor. |